Bir nesil yetiştirmenin hikâyesi
KUDÜS ÇOCUK ATÖLYESİ
Filistin meselesi ve İsrail sorunu yıllardır kulak aşinası olduğumuz bir konudur. Direniş ve işgal ne yazık ki kısır bir döngü içerisinde alınmış birkaç konu başlığından öteye geçemediğimiz bir mesele olarak karşımızda duruyor. Bugüne kadar ya “çıksın bir Selahaddin ve orayı kurtarsın” diye hep bir kurtarıcı beklemişiz ya da eylemsiz sloganlarla yıllarımızı geçirmişiz. “Kahrolsun” diye bağırmışız fakat kahredecek bir eylemimiz olmamış. Olduysa da uzun vadeli olmayan kısa soluklu ve anlık çalışmalar şeklinde yetersizliklere teslim olmuşuz. Selahaddin beklemek yerine Selahaddin yetiştirmek veya Selahaddin olmak gibi bir nesil yetiştirmek üzerine hikâyeler yazamamışız. Bu paragrafı uzatmak mümkün fakat makalenin bütününü “moral bozmak, keyif kaçırmak” üzerine değil “umutlandırmak, gayretlendirmek” üzerine tesis etme niyetindeyim.
2016’da ilk kez Kudüs’e gittiğimde açıkçası çok utandım. Çünkü gördüklerim, o güne kadar bildiklerimin çok ötesinde bir şeydi. Fark ettim ki o güne kadar sadece edebiyatını yapmışız. Medyada çıkan yeni saldırı haberlerini okuyup, izlediğimizde “vah vah” etmiş ve beddua etmişiz. Bazen de çeşitli vakitlerde düzenlenen gösterilerde slogan atarak duygularımızı tatmin etmişiz. O dört günlük ziyarette anladım ki işgal sadece o topraklarda coğrafi olarak gerçekleşmemiş ve direniş ise yalnız bırakılmış.
2017’de ikinci kez gittiğimde benzer duyguları tekrar yaşamakla birlikte bu sefer daha seçici düşünceler içerisindeydim. Kendimle yüzleşme, bilmediğim yeni yerleri öğrenme gibi düşüncelerden ziyade “ne yapılabilir?” düşüncesinde idim. Hatta daha doğrusu “Ben ne yapabilirim?” sorusuna biraz daha odaklanabilme ve soruya bir cevap arayışı içerisinde gitmiştim.
Türkiye’den gelmiş olan farklı kafilelerdeki genç kardeşlerle orada, Mescid-i Aksa’nın avlusunda tanışmış ve o tanışıklık Türkiye’ye döndükten sonra devam eden bir Kudüs arkadaşlığına/kardeşliğine dönüşmüştü. O kardeşlerle İstanbul’da farklı tarihlerde bir araya gelip “neler yapabiliriz?” sorusuna istişari mahiyette cevaplar aramaya başladık. O buluşmalarımızda bir şeyin farkına vardık ki o da, Türkiye’de Filistin ile ilgili çocuklara yönelik bir çalışma yoktu. Çocuklar Filistin’e dokunamıyorlardı. Çocukların dünyasında Filistin, Kudüs, Gazze diye bir şey yok yani. Aradığımız sorunun cevabını bulmuştuk. Çocuklara yönelik bir çalışma başlatmak istiyorduk fakat nasıl bir çalışma olacaktı ki bu? Evet, ülkemizde Kudüs’ü tanıyan, bilen, seven ve dualarında oraya yer veren bir nesil yetişmeli ve çocukların Kudüs’e dokunmaları şart ama nasıl? Bir broşür mü bassak. Boyama kitabı da olabilir. Küçük bir hikâye kitabı yazdırsak nasıl olur? Sorular birbirini kovalıyordu. Evet, hepsi önemli fakat daha kalıcı ve kapsamlı bir şey olmalıydı.
Bir vesile ile o kardeşlerimizden biriyle Fransa’ya gitmiştik. Fransa’da tipik bir turist gibi gezmenin dışında farklı hislerimiz de vardı. Çünkü Fransa, bir Avrupa ülkesi olmanın dışında 1099’da Kudüs’ü işgal eden Haçlı ordularının da merkez üssüydü. Avrupalı liderler 1095’de Fransa’da toplanmış ve Kudüs’ü işgal etmek için haçlı ordularının kurulması kararını orada almışlardı. Bu bilgiyi zihnimizden çıkarmadan sokaklarında dolaştığımız Fransa’da çocukların olduğu bir atölyeye denk geldik. Allah bizi oraya getirdi desem abartı olmaz sanırım. Adamın biri (veya birileri) mahallenin Fransız çocuklarını toplamış onlara atölyede ahşaplardan, kâğıtlardan vs. materyallerden onlara hem eğitim veriyor hem de bir disiplin içerisinde yetiştiriyordu. Bizim haçlı ordularımız şöyle kahramandı, böyle acımasızdı vs. vs. İçeriye girip seyretmek istedik fakat izin vermediler. Dışarıya bakan pencereden istersek izleyebileceğimiz söylendi. Biz de öyle yaptık izledik fakat başımızın üstünde gözle görülmeyen ampuller patlıyordu. Dışarıdan bakan göremiyordu fakat içimizde “bulduukkk, buldukkk” diye çığlık atıyorduk.
Türkiye’ye dönüşümüzde ivedilikle bu konuyu gündemimize aldık ve kararımızı verdik. Evet, bir atölye açacağız. Filistin’imizin başkenti ve Mescid-i Aksa’mızı da içerisinde barındırdığı için adını “Kudüs Çocuk Atölyesi” koyacaktık.
İyi ama bir problem var. Her birimiz farklı mesleklerde çalışan kendi hallerinde insanlar idik. Hiçbirimiz çocuk eğitiminden anlamıyoruz. Ayrıca öyle atölye açmak kolay bir şey de değil. Bütçe gerekiyor ve bu bizim aşabileceğimiz bir şey değil. “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap bulmuş fakat bu sefer de “Nasıl yapacağız?” sorusu karşımıza çıkmıştı. Ve biz, yani o 4-5 kardeş şöyle bir karar aldık; “Allah büyüktür. Biz ‘yok’ları bir kenara bırakalım. Sıfırı öncelikle bir yapalım!”
Bu düşünceler içerisinde İstanbul fethinin merkez üssü olan Beyoğlu ilçesinin tarihi semtlerinden Tophane’de bir mekân arayışına girdik. Uzun süredir kullanılmayan ve harabe durumda olan 2 katlı bir binayı bulduk. Sahibiyle anlaşıp kiraladık. Maksadımız pergelimizin bir ucunu Kudüs’e diğer ucunu da mahalle arasındaki o atölyemize sabitlemekti. Günlerce kendi imkânlarımızla temizliğini yaptık. İsra suresi başta olmak üzere Kur’an’dan ayetler okuyarak boyamalarını gerçekleştirdik. Öyle ki hiç tanımadığımız ve sadece sosyal medyada bizleri takip eden Kudüs sevdalısı insanlar bize ulaştılar ve kimisi “boya malzemeleriniz benden” dedi, kimisi “tesisat işlerini ben yapacağım” dedi kimisi “mobilyalarınız benden” kimisi de “fırçalarınız benden” dediler.
Gün geldi ve Kudüs Çocuk Atölyemizin açılışını mütevazı bir törenle gerçekleştirdik. Türkiye’de bir ilkti bu. İlk kez çocuklar için Kudüs’e dair bir mekân açılıyordu.
Yaklaşık 30 çocuğu atölyemize kaydettik ve programımıza başladık. Dedim ya Türkiye’de bir ilk. O yüzden zorlandığımız anlar oluyordu. Çünkü bir müfredat yok. Her şeyi doğaçlama yapıyorduk. Fakat bir süre sonra artık bir alışkanlık kazandık. Marangozhanelerde yakacak olarak kullanılmak üzere çuvallara doldurulan odun parçalarını alıyor atölyemize getirerek çocukların önlerine koyuyorduk. Çocuklar o ahşap parçalarını bir güzel zımparalıyorlar sonra boyama yapıyorlardı. Bir gün Kubbetus Sahra’yı, bir gün Hanzala’yı başka bir gün Burak duvarını boyuyorlardı. Boyadıkları şeylerin hikâyesini de öğreniyorlardı.
Biz bu süreç içerisinde Kudüs Boyama Kitabı çıkardık, Ne Değişti? İsimli Kudüs temalı bir hafıza oyunu bastırdık. Boyamalar, oyunlar, dersler, anlatımlar derken çocuklar o atölyeyi öyle sevdiler ki atölye saatinin sonuna gelindiğinde evlerine gitmek istemiyorlardı. Atölyeye ilk kez gelen çocukların büyük kısma bırakın Kudüs ve Mescid-i Aksa ile ilgili bir şey bilmeyi “Mescid-i Aksa” ismini dahi telaffuz edemiyorlardı.
Ardından ne oldu biliyor musunuz? Yapabilir miyiz acaba diye endişelendiğimiz o Kudüs Çocuk Atölyemizin şubeleri açılmaya başlandı.
Çok şükür bir geleneğin başlamasına vesile olduk.
Mütevazı ve amatör de olsa ama samimiyet ve ihlas olduktan sonra Allah yardım ediyor. O yardım gelmese bile Allah katında hiçbir şey zayi olmaz.
O yüzden sevgili kardeşlerim, “Ben ne yapabilirim ki?” sorusuyla yıllarını heba etmek yerine “Benim yapabileceğim bir şey mutlaka var” kararını ver.
Eyüp Güzel
Hucurat Hareketi üyesi