Tarih 31 Aralık 1516’yı gösterdiğinde Yavuz Sultan Selim Han, zafiyet içerisinde bulunan Memluklerden kurtardığı Filistin topraklarını Osmanlı himayesi altına aldı. O gün 12 bin şamdanla Mescid-i Aksa’nın her bir yanını aydınlatan Sultan Selim, akşam namazında girdiği Mescid-i Aksa’da yatsı namazına kadar vakit geçirdi.

“Yavuz” ismi değil kendisinin bir lakabıdır. Cihangirler arasında da ismi geçen Sultan Selim’e verilen bir başka unvan ise İskender-i Zaman, yani zamanın İskender’idir. 8 yıllık hükümranlığı döneminde Osmanlı’nın sınırlarını 2,5 kat büyüttü. Dönemin önemli tarihçilerinden İbn-i Kemal’in ifadesiyle “o, süresi kısa ama gölgesi uzun olan bir ikindi güneşi” gibiydi.

Osmanlı’nın 9. Padişahı olan Yavuz Sultan Selim Han, İslam Hilafetini de Osmanlı’ya devrini sağladı. Bu anlamda Osmanlı’da ilk İslam Halifesi oldu. Halifeliğin Sultan Selim’e devredilmesi ulema arasında yapılan toplantılar sonucunda kararlaştırıldı. Halifeliğinin ilanı ise Ayasofya Camisi’nde minberde gerçekleştirildi. Yavuz, Hilafet kılıcını ise Eyüp Sultan Camisi’nde kuşandı.

YASİN 58. AYETTE RUHUNU TESLİM ETTİ

Hocası Hasan Can, Yavuz Sultan Selim’in vefatıyla ilgili şu bilgileri vermektedir: Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece sabaha karşı hastalığı daha da şiddetlenmişti. Sultan, Yasin suresini tekrarlarken “selam” ayetine geldiğinde ruhunu teslim etti. Yasin-i Şerif’in 58. Ayeti olan “selamun kavlen mirrabbir rahim” (Merhamet sahibi Allah'tan onlara selam vardır.) mealindeki ayetini okurken zorlandığı için üç kez okuyan Sultan üçüncüde ruhunu teslim etti.

Mekke ve Medine’nin yanı sıra Kudüs’e de hâkim olmasıyla Osmanlı’nın İslam dünyasındaki manevi etkisi arttı.

Mekke ve Medine’nin yönetimini / hizmetini fiili olarak devralan Yavuz, unvanlarla ve merasimlerle övünmeyi sevmedi. Mısır seferi dönüşünde payitahtta halk Sultan’ın gelişini büyük bir heyecanla beklemiş ve kutlamalar tertip etmişlerdi. Bundan haberdar olan Yavuz, boğazı gece geç saatlerde kayıkla geçmiş ve saraya habersiz bir şekilde girmişti. Merasimleri sevmediğinin örneklerinden birisidir bu.

ÇAMURLU KAFTANI

Filistin’in de Osmanlı himayesine alınmasıyla sonuçlanan Mısır seferinden kutlu bir zaferle dönen Yavuz, dönüş yolunda Adana civarlarındaydı. Yollar yağmur sebebiyle çamur olmuştu. Hareket halindeyken Kazasker İbn-i Kemal hazretlerinin atından sıçrayan çamur padişahın kaftanına gelmişti. Dönemin önemli bir tarihçisi ve âlimi olan İbn-i Kemal bu durumdan dolayı mahcup oldu. Sultan Selim ise şu sözleri sarf etmişti: “Ulemadan sıçrayan çamur medar-ı zinet ve bais-i mefharet olur. Öldüğüm zaman bu kaftanı üzerime örtün.” Yavuz’un bu sözü vasiyet olarak kabul edilir ve o kaftan halen türbesinin üzerinde bulunmaktadır.

SULTAN SELİM’İN KAFTANINI FETÖ ELEBAŞI KAÇIRACAKTI

Yeri gelmişken o kaftan ile ilgili Derin Tarih Dergisi’nin Eylül 2020 tarihli sayısında Nuh Albayrak imzalı makaleden bir bilgiyi aktaralım.

O kaftan yaklaşık beş asır boyunca hiç ayrılmaksızın sahibiyle kalır. 2004 yılında FETÖ lideri ihtiyar soytarı, bürokrasideki etki alanını kullanarak kaftanı Amerika’daki malikânesine getirtmek ister. Fakat dönemin Yavuz Sultan Selim Camisi imamı, kaftanın Sultan Selim’in türbesinin üzerinden çeşitli ayak oyunları ve yazışmalarla alınarak götürüleceğinin farkına varınca “Kaftanın bakım yapılması” için İl Kültür Müdürlüğü’ne müracaat eder. Gerekli yazışmaların ardından 2005’te Dolmabahçe Sarayı’na götürülen kaftan 16 aylık restorasyondan sonra 2006’da İstanbul Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü’ne iade edilir ve Çamurlu Kaftan, türbeye gönderilmeyip Sultanahmet’te bir depoya kaldırılır. Kaftanın yerine yerleştirilmesi ile ilgili teşebbüsler olsa da “Güvenlik zaafı var ve olumsuz ortamdan dolayı tahrip olur” gerekçesiyle reddedilir. 10 yıl boyunca bu şekilde muhafaza edilen kaftan Mercidabık zaferinin 500. Yıldönümüne tekabül eden 24 Ağustos 2016 günü asıl mekânına kavuşur. Fethullah Gülen denilen ihtiyar bunak 15 Temmuz ihanetinde başarılı olsaydı Yavuz’un sözüm ona kendisine ‘Hilafet sembolü’ olarak gönderdiği(!) bu kaftan ile Kâinat İmamı olarak Ankara’da kendisini bekleyen Altın Saray’a inecekti!

PORTEKİZ DONANMASINI SULARIN DİBİNE GÖMDÜ

Portekizliler Cidde Limanı’nı bombalayıp Mekke ve Medine’yi istila etme girişimlerinde bulunduğunda donanmayı hazırlayarak bu saldırıların önüne set çekti. Böylece Mekke ve Medine’yi koruma sorumluluğunu üzerine almış oldu.

Portekiz Kralı’nın 1509’da Hindistan Umumi Valisi olarak atadığı Alfonso de Albuquerque tarafından hazırlanan raporlar mektuplaştırılarak Portekiz Kralı’na göndermekteydi. 1 Nisan 1512’de tarihli mektuplarda Portekizlilerin niyetleri açıkça ifade ediliyordu. Her Müslümanın tüylerini diken diken edecek o planlardaki maddeler arasında şu hususlar yer almaktaydı: Cidde’yi düşürdükten sonra Mekke’yi ele geçirip Kabe’yi yerle bir etmek ve Medine’deki Hz. Peygamber’in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak. Böylece Hz. Peygamber’in (sav) naşını Müslümanlara karşı bir rehine gibi kullanacaklar ve İslam âleminin elini kolunu bağlayacaklardı.

Safeviler bu provokasyonun iş birlikçileriydi. Mısır’daki Memlük devleti ise tam bir acziyet içerisindeydi. Ne var ki, Osmanlı tahtında jeostratejik gelişmeleri takip eden vizyon sahibi bir padişah vardı. Yavuz Sultan Selim, istihbarı bilgilerle denizlerdeki hareketliliği takip ederken gördüğü sıra dışı rüya kendisini harekete geçirmişti. Gördüğü o rüya kendisinin deyimiyle bu işe memur edilmişti. Yani, Portekizlilerin Mekke ve Medine’ye saldırılarına ve Hz. Resulullah’ın mezarının çalınması planına karşı harekete geçecekti.

Yavuz Sultan Selim, Portekiz gemilerini denizin dibine göndermeyi başarmıştı. Fakat aynı Portekizli Amiral, Mekke ve Medine’ye saldırma ve Hz. Peygamber’in (sav) mezarının kaçırılması planlarından vazgeçmemişti. 20 Ekim 1514’te Portekiz Kralı’na yazmış olduğu yeni mektupta bölge hakkında bilgi vermekte ve 4-5 bin askere ihtiyacı olduğunu bildirmişti. Mektubunda şunları söyleyecektir: 400 Portekizli süvarinin Cidde yakınlarına inmek üzere birkaç tekneye binmeleri, Cidde’yi ele geçirmeleri, sonra Mekke’ye ilerleyip şehri ve Mukaddes Emanetleri soyup soğana çevirmeleri, nihayet Medine’de bulunan Peygamber Muhammed’in mezarının Avrupa’ya kaçırılması ve Kudüs’te Makam-ı Mukaddese’ye karşı rehin olarak Avrupa topraklarında tutulması çocuk oyuncağıdır. (Kaynak: Derin Tarih, Sayı:102, Mustafa Armağan)

Yorum Yapın

Yapılan Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış