Dâvud bin İşa (aleyhisselam)
Tam künyesi şöyledir: Dâvud bin İşa b. Yehuza b. Yakub b. İshak b. İbrahim (as)
Yani, Hz. İbrahim ve Hz. Yakub’un (as) soyundan geliyor. Mesleği birçok peygamber gibi çobanlıktır. 12 kardeşi bulunuyor. Evlenince 19 oğlu oldu. Onlardan biri Hz. Süleyman (as)’dır.
İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Hem peygamber hem bilge ve hem de hükümdardı. Soy bakımından Yakub aleyhisselamın Yehûda adlı oğluna dayanır. Süleyman aleyhisselamın babasıdır. Doğumu ve vefatı Kudüs’te gerçekleşmiştir. Kendisine İbrânî dilinde Zebur kitabı verildi. İsmi Kur’ân-ı Kerîm’de on altı yerde geçmektedir. O sureler; Sad, Enbiya, İsra, Enam, Maide, Nisa ve Bakara sureleridir.
Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Ya‘kūb’a, torunlara, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. (Nisa suresi, 163)
Göklerde ve yerde olanları en iyi bilen senin rabbindir. Doğrusu biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. (İsra suresi, 55)
Sesi gür ve çok güzeldi. Bu yüzden de tesirliydi. Türkçe ’de "Dâvûdî ses" olarak ifade edilen deyim Hz. Dâvud’un bu özelliğinden gelmektedir. Bir gün oruç tutup bir gün tutmazdı. Yani senenin yarısını oruçlu geçirirdi. Bu özelliğinden dolayı da İslam geleneğinde “Dâvûdî orucu” deyimi buradan gelmektedir. Hz. Davud’un (as) yine bir başka özelliği olan doğruluk ve dürüstlüğü de Türkçede doğruluktan yana olan, yalan söylemeyen insanlar için kullanılan “Doğrucu Davut” deyiminin yine oradan geldiği ifade ediliyor.
Dâvud (as)’ın şöyle bir sözü nakledilir: “İlahi! Saçımın her teli iki dil olup bütün zaman boyunca gece ve gündüz Seni teşbih ve takdir etselerdi, yine Senin nimet hakkını ödeyemezdim.” (Ahmed b. Hanbel, Zühd, s.88)
Hz. Dâvud (as) önemli bir servet ve hükümdarlık kazandıktan sonra kendisine Peygamberlik (nübüvvet) verilir. Bunlara ilave olarak bilgelik te kendisine ikram edilir. Demiri hamur gibi yumuşatma onunla birlikte başlar. Savaşların zırh gömleğini yapma becerisi kendisine verilir. Böylece zırh gömlek yapan ilk usta olarak tarihe geçmiştir.
AYETTE ZIRH YAPMA ÖZELLİĞİNDEN ŞÖYLE BAHSEDİLİR:
“And olsun, Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik.«–Ey dağlar ve kuşlar! O’nunla beraber tesbîh edin!» dedik.
O’na demiri yumuşattık. (O’na):
«–Geniş zırhlar îmâl et, dokumasında da ölçüyü gözet (güzel ve yeteri kadar yap) ve (ehlinle birlikte) sâlih amel işleyin! Çünkü Ben, ne yaparsanız hakkıyla görenim.» (diye vahyettik).” (Sebe’, 10-11)
“O’na, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?” (Enbiyâ, 80)
Hükümdar iken zırh gömlek yapar ve satarak kendisinin ve ailesinin geçimini sağlardı.
Hz. Peygamber (sav) Hz. Dâvud’un (as) bu yönüyle ilgili bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyurmuştur: “Kendi elinin emeğinden başkasını yemezdi” (Buhari, Taberani)
Cenab-ı Allah, Hz. Musa (as)dan sonra İsrailoğullarına birçok peygamber gönderdi. O peygamberler insanları Allah’a kulluğa ve Tevrat’a uymaya çağırdılar. Fakat peygamberlerin çağrılarına kulak tıkayan İsrailoğulları azgınlıklarını arttırıp peygamberlerine hakaret etmeyi, onların bir kısmını katletmeyi ve Tevrat’ı değiştirmeyi tercih ettiler. Allah, İsrailoğullarına Amelika isimli bir kavmi ve onun hükümdarı Câlut’u musallat etti.
CÂLUT’U ÖLDÜRMESİ
Zalim Câlut, İsrailoğullarının başına bela olan Amelika kavminin yöneticisidir. Tâlut ise İsrailoğullarının hükümdarıydı ve mümindi. Yahudi kaynaklarında ismi Şavel olarak geçer. Talut ve ordusuyla ilgili ders alınacak önemli bir kıssası vardır ki burada ondan bahsetmek gerekir:
Tâlut tarafından zalim Calut'a savaş ilan edilmişti ve ordu hazırlanıp yola çıkılmıştı. Ordu sefer halindeyken Tâlut askerlerine "Allah sizi ırmakla imtihan edecek. Bir avuç sudan başka içen benden değildir" dedi. Irmağa geldiklerinde çok azı hariç çoğu kana kana su içtiler ve savaşmaktan da vazgeçtiler. Az olan müminler ise "nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" sözleriyle birbirlerine şevk verdiler. Bu durum Bakara suresinin 249-251. ayetlerinde anlatılmıştır.
Hz. Davud (as), peygamberlik öncesi Tâlut’un ordusunda yer alır. Zalim Câlut dev bir yapıya sahiptir Hz. Davud (as) ise kısa boylu ve zayıf biridir. Bu fiziki özelliklerinden dolayı Câlut’u öldürme talebi Tâlut tarafından ilk başta kabul görmese de kendisine izin verilir. Câlut’un karşısına dikildiğinde Câlut kendisini küçümser. Ancak Davut (as) sapan taşıyla zalim Câlut’u öldürmeyi başarır.
“Tâlût’un askerleri Câlût ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et’. Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar, Dâvûd Câlût’u öldürdü” (Bakara suresi, /250-251).
O halde tam da bu noktada şu soruyu sormakta fayda var: Filistinlilerin işgalci İsrail’e karşı sapanlarla mücadele vermesi Dâvut (as)’dan gelen bir gelenekmidir?
Tâlut’un ölümünden sonra İsrailoğullarının yeni hükümdarı Hz. Dâvud olur. Hükümdarlığının ardından kendisine Allahu Teala nübüvvet verir. Hem hükümdar hem de peygamber olan Hz. Dâvud Filistin, Suriye ve Arap Yarımadasının bir kısmını fethederek coğrafyasını genişletti. Kudüs’ü de başkent yaptı.
Hükümdarlığı döneminde tebdili kıyafet ile halkın arasında dolaşmayı adet edinmişti. Böyle yaparak halkın gerçek nabzını tutardı.
KUR'AN-I KERİM'DE HZ DÂVUD'UN BAZI NİTELİKLERİ:
Allah'a (cc) dönük bir kuldu;
"O daima Allah'a yönelirdi." (Sad, 17)
Güç sahibiydi;
"Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret, güçlü kulumuz Dâvud'u an" (Sad, 17)
Allah katında yakınlık ve makam sahibiydi;
"Gerçekten Dâvud'un bizim katımızda bir yakınlığı ve güzel bir makamı vardır." (Sad, 25)
Bilgindi;
"Gerçekten biz Dâvud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik." (Neml, 15)
Dağlar ve kuşlar emrindeydi;
"Dâvud ile beraber tesbih etmek üzere dağları ve kuşları ona bağlı kılmıştık." (Enbiya, 79)
MESCİD-İ AKSA'NIN İNŞASI
İsrailoğulları öldürücü bir tâun hastalığına yakalanmışlardı. Hz. Dâvud (as) Beytülmakdis’te bir yere İsrailoğullarını götürmüş ve Sahra’nın yerinde durup Allah’a dua etmişti. Duası kabul oldu ve İsrailoğulları tâun hastalığından kurtulmuşlardı. Dâvut (as) onlara şükretmeleri için “Şu kayanın üzerini mescid edinmenizi emrediyorum” dedi.
Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın inşası onun döneminde başladı. Vefatı nedeniyle mescidin inşa çalışması tamamlanamadı. Kimi rivayetlere göre 100 yaşına kadar yaşayan Davud (as) vefatından önce oğlu Hz. Süleyman’a Mescid-i Aksa’nın yapılıp bitirilmesini vasiyet etmişti. Çok ibadet eder ve ibadet ederken de çok ağlardı. Gecelerin bir kısmını namazla geçirirdi. Adaletiyle de bilinen Hz. Davud (as) Kudüs’ün tarihteki ilk fatihi olarak bilinmektedir.
HAKKINDA EDEPSİZCE VE İĞRENÇ İFTİRALAR ATTILAR
Allah’ın nübüvvet elçileri arasında bulunan Hz. Davud (as) acaba İsrail/Yahudi kaynaklarında nasıl tarif edilmektedir. İslam kaynaklarında yapılan tarifin aksine İsrail kaynaklarında edepsiz bir şekilde tarif edilmektedir. Kendi ordusunda bulunan komutanın hanımına göz diken, kadını beğendiği için komutanını öldürmekten çekinmeyen ve aynı zamanda Allah tarafından cezalandırılmış biri gibi anlatılmaktadır. Ne yazık ki bazı tefsir ve tarihçiler iftira dolu bu tür israiliyatlara yer yer vermiştir. Mehmet Asım Köksal’ın Peygamberler Tarihi, 2.Cilt s.211’de bu konuyla ilgili şu bilgi yer almaktadır: Hz. Ali (ra) bu tür kıssacılara iki hadd cezası yani yüz altmış sopa vuracağını söylemiştir.
DİĞER AYETLER
“Ey Muhammed! Sana davacıların haberi geldi mi? Hani odasının duvarına tırmanıp Dâvûd’un yanına girmişlerdi de onlardan korkmuştu. ‘Korkma dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet; zulmetme, bizi doğru yola ilet.’ (Biri dedi ki:) ‘Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu, benimse bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver dedi ve tartışmada bana baskın çıktı.’ Dâvûd dedi ki: ‘Andolsun ki o senin koyununu kendi koyunlarına katmayı istemekle sana zulmetmiştir. Zaten mallarını birbirine karıştıran ortakların çoğu birbirine zulmeder. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar bunun dışındadır ki onlar da ne kadar azdır; Dâvûd kendisini denediğimizi sandı da rabbinden mağfiret diledi, eğilerek secdeye kapandı ve tevbe edip bize döndü. Biz de ondan bunu affettik. Yanımızda onun yakın bir makamı ve güzel bir dönüş yeri vardır” (Sâd suresi, 21-25).
Dâvûd’u ve Süleyman’ı da an. Bir zamanlar, (zarar görmüş) bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir topluluğun koyun sürüsü, geceleyin başı boş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz de onların hükmüne tanık idik. Süleyman’ın dava konusunu iyi anlamasını sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvûd’un buyruğu altına soktuk. Bunları yapan bizdik. (Enbiya Suresi, 78-79)
Andolsun biz Dâvûd’a tarafımızdan müstesna bir lutufta bulunduk. “Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin. Ey kuşlar! Siz de!” dedik ve onun için demiri ¬yumuşattık. (Sebe suresi, 10)
Sen, onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla! Yönü hep Allah’a dönüktü. Dağları onun emrine verdik. Sabah akşam yaratıcılarını tesbih ederlerdi. Toplu halde kuşları da (emrine verdik). Hepsi de Allah’a yönelmişlerdi. Onun hükümdarlığını güçlendirmiş, kendisine hikmet (peygamberlik) ve anlaşmazlıkları halletme yeteneği vermiştik. Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı? Bu adamlar mâbedin duvarına tırmanıp Dâvûd’un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telâşlanmıştı. “Korkma” dediler, “Birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu göster.” “Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da bana ver’ dedi ve bu tartışmada bana baskın çıktı.” Dâvûd şöyle dedi: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” Dâvûd (böyle bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi. Biz de onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır. “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.” (Sad suresi 17-18-19-20-21-22-23-24-25-26)
İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı. (Maide, 78)
Şüphesiz biz Dâvûd’a ve Süleyman’a da bir ilim verdik. “Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun!” dediler. (Neml, 15)
HADİS
“Allah’ın en sevdiği namaz Dâvûd’un namazı, en sevdiği oruç yine Dâvûd’un orucudur” (Buhârî, “Teheccüd”, 7)
Ve son olarak Tevhid mücadelesinde devamlı zorluk çıkaran İsrailoğulları, en sonunda hem Hz. Dâvud (as) tarafından hem de Hz. İsa (as) tarafından lanetlendi.
İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı. (Maide, 78)
Yararlanılan kaynaklar:
- Kur'an-ı Kerim'e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Prof.Dr. İsmail L. Çeken, N.Mehmed Solmaz, Ensar Neşriyat
- Peygamberler Tarihi, Mehmet Asım Köksal
Eyüp Güzel'in "Okumadan Kudüs Kurtarılamaz" isimli kitabında Hz. Dâvud (as) ile ilgili şöyle bir makele yer almaktadır.
Dâvud’un (as)
Kabri şerifinde hüzün
Kudüs’teyiz ve Peygamberler Efendilerimizden Hz. Davud (as)’un kabri şerifini ziyarete gittik. Mekâna yaklaştığımızda tarihin aktığını hissediyoruz. Grubumuza rehberlik eden Bülent Deniz hocamız, orada Yahudilerin olduğunu ve sınıflarının bulunduğunu söylüyor. Vardığımızda dış avluda yarı çıplak, elinde büyükçe bir çalgı aleti bulunan heykeli işaret ettiğinde “bu onlara (Yahudilere) göre Hz. Davud’un heykeli” dedi. Haşa ve yazmaktan edep duyuyorum fakat bilmemiz icap ettiği için yazmalıyım. Hz. Davud’u kötü(!) biri gibi tasvir etmişler. Nitekim tahrif ettikleri uydurma kutsal kitaplarında Hz. Davud (as) ile ilgili yazılanlar tam bir edepsizlik. Tıpkı diğer Peygamberler hakkında yazdıkları gibi…
Moralimiz bozuldu ve türbenin bulunduğu kapalı alana girdik. İlk odada kitaplıklar ve önlerinde masalar karşıladı bizi. Genç ve yaşlı işgalciler oturmuşlar sallana sallana kutsal (!) kitaplarını okuyorlar. Bir yandan da göz ucuyla ve sinsi bakışlarıyla zaman zaman bizleri süzerken yakalıyorum onları. Türbenin bulunduğu asıl odaya girmeden kısa bir süreliğine durup hal ve hareketlerini izledim. Tahrif etmiş olsalar da kutsal gördükleri kitaplarını okuyorlar. O kitaplar, manasını bilmedikleri ve dilleri “harf inkılâbı” ile değiştirilmiş bir kitap değil. Okuyorlar ve ne yazıldığını, kendilerine hangi mesajların verildiğini anlıyorlar.
Ayakta izlerken kapıldığım düşünce turuna bir süre daha devam ettim. Din büyüklerinden, dini kitaplarından sadece “tuvalete sol ayağınla gir, sağ ayağınla çık” gibi şeyleri öğrenmiyorlar. Dünya yönetimi, Nil’den Fırat’a kadar olan coğrafyanın tamamını ele geçirme hedefleri ve algıda üstünlük sağlamayı gibi daha birçok konuları öğreniyorlar.
Bu düşünceler içerisinde Hz. Davud’un (as) türbesinin bulunduğu odaya girdim. Siyonist paçavralarını türbenin üzerinde görünce her birimizde mahcubiyet ve acizlik belirdi. Utanç içerisinde, öfkeli ve dişlerimizi sıkarak Fatihalarımızı okuduk. İçimden geçirerek okuduğum dua kısmında ise ben “Ya Rabb…” diyebildim ve gerisini getiremedim. Hepimizde aynı durum olmuş. Dışarı çıktığımızda grubumuzdaki herkesin yüzü donuktu. Yeniklik mi, acizlik mi bilmiyorum nasıl bir psikolojik hal ise hepimiz donuktuk.
Dış avluda toplandık ve rehberimiz Bülent hoca bir süre susup, yüzlerimizdeki hüznü, hislerimizdeki öfkeyi seyretti. Kısa bir sessiz bekleyişin ardından ise “yaa işte böyle” oldu ilk cümlesi.
Grubumuzda yaşlı olanlarımızdan kendini tutamayıp hıçkırıklarla ağlayanlar oldu. Ben ve daha genç yaştakilerimizde ise bir bilenme hali hâkimdi.
“Ey Kudüs, ey Peygamberler kokusu,
ey yerin göklere en yakın avlusu.”
(Nazir Kabbani)